Sevgi
Yüz yılın hikayesi
2017 yılının sonu ya da 2018 yılının ilk aylarında yine Objektif Dergisi’nde yayımlanan “Neden şimdi?” başlıklı, KUDÜS konulu yazımı hafızaları tazelemek için aynen tekrar aktarıyorum.
Kudüs ile ilgili olarak düzenlenen muhtemelen bir konferans, seminer veya söyleşiden yapılan kayıtlardan oluşan ve sosyal medyada paylaşılan küçük bir sunumdan aldığım ve sonuna kadar okuyucuların da katılacağı, destekleyecekleri, arkasında duracakları alabildiğim notları aktarmak istiyorum.
“Kudüs elimizden giderse ne olur? Sadece bir toprak parçası mı gitmiş olur veya mabetlerimizden birisi mi yıkılmış olur, ya da evimizdeki Mescid-i Aksa resimleri mi inmiş olur? Ya da Kudüs savunucularını yalnız mı bırakmış oluruz? Hayır. Kudüs elden giderse korkaklık belirtisi olur.
Kudüs elimizde olursa ve elimizde kalırsa ne olur? Asıl sorulması gereken soru budur. Çünkü; ilk kıble ve Mirac’a çıkışına şahitlik eden beldenin tapusuna sahip, şerefli bir ümmet oluruz.
Selahattin Eyyübi’nin başına siyah sarık sarıp, Kudüs esaretten kurtulana kadar gülmeyeceğim dediği ruhu yaşatıyor oluruz, Kudüs bizde olursa, Kanuni’nin Harem-i Şerif kapısına yazdırdığı “Lailahe illallah, İbrahim Rasülüllah” hoşgörü mührünü vurduğu kitabeyi akıllara bir daha kazımış oluruz.
Kudüs bizde olursa Abdülhamid’in bütün borçlarının silinmesine karşılık Kudüs istendiğinde “Mekke Allah’ın haremidir. Medine Peygamberin haremidir, Kudüs ise bütün bunların üstünde bir tüldür. İşte Kudüs’e sahip çıkmak tüm haremine ve namusuna sahip çıkan ümmet olarak ömrümüzü tamamlamış oluruz.
Doğru sorulardan biri de neden şimdi? Tarihe dikkat etmek gerekirse 6 Aralık 1917 tarihinde Osmanlı mağlup olarak Kudüs’ten ayrılmış idi. Tam yüzyıl sonra yarım kalan hesap tamamlanmak isteniyor.
Kudüs coğrafi bir mesele değil, Kudüs davasının sahibi Hak’tır. Hak olan davada zafer muhakkaktır.
Kudüs’ün İslam alemi için önemli bir yere sahip olduğu aşikardır, o coğrafyaya hakim olmaktır önemli olan. Konuşma metninde de belirtildiği gibi Osmanlı’nın son dönemlerinde bütün borçlarının silinmesine karşılık Kudüs’ün içinde bulunduğu topraklar, satın alınmak istenmiş, ancak güçlü bir devlet adamı olan Abdülhamit Han bu teklifi reddetmiş, hatta “ O toprakların bedeli yüzbin şehidin kanıdır, öderseniz alırsınız” dediği de kulaktan kulağa günümüze kadar ulaşmıştır.
Birinci Dünya Savaşı sırasında İngilizler, uzun süre Filistin topraklarına saldırmışlar, Osmanlı Mescid-i Aksa’nın kutsiyetine binaen binlerce şehit vererek savunmuşlar, savaşta kazanamayacaklarını anlayan İngilizler Lawrens’in oyunlarıyla cepheyi bölmek suretiyle kutsal toprakları ele geçirmişlerdir.
Kudüs’ün başkent olarak ilan edilmesi işi de geçmişte yapılanın tekrarıdır, Türkiye’nin önderliğinde Birleşmiş Milletlerde alınan karar çok önemlidir, adaleti güçten almayı alışkanlık haline getirenlere verilmiş en güzel cevaptır.
İslam Ortadoğu’da doğmuş, Türkler vasıtasıyla da Alem şumül hale gelmiştir. Bu gün de verilen ve verilecek mücadelenin özü budur” demişiz.
Yüzyılın olayı şeklinde açıklanan Kudüs’ü yok etme, Mescid-i Aksayı islam aleminin ilk kıblesi olmayı unutturma projesini tek başına savunmak, yine necip Türk Milletine kalmıştır. Öyle ya peygamberin tek ümmeti TÜRK MİLLETİDİR! Oysa bilinmeli ki tüm Müslüman devletler tek tek parçalanıp, yutulmaktadır. Şu anda susan, tepki vermeyen, hatta yüzyılın olayını alkışlayanlar, bir araya gelemeyen İslam aleminin vay haline. Yarın kutsal topraklar, Kabe elden çıktığında ne yapacaksınız?
Necmettin Başkut- Sevgi Vakfı Y.K.Ü