Kalemden Damlalar

Hangi nehrimizle dostuz?

tarihinde

yayınlandı

    Başlangıç ve sona eriş… Nefes de ve nefeslide… Var olanda… Yaratılanda… Her var olanın, var olurkenki başlangıcı olduğu gibi muhakkak sonu da olacaktır. Her son yeni bir başlangıcın tılsımlı kapısıdır. “Sonsuz Hayat” kapısına kadar da böyledir. Varlık aleminde var olup da yok olmayan hiç olmamıştır. Görülmemiştir de… Başlangıçtan günümüze, günümüzden belirtilen “son an’a” kadar da görülmesi mümkün değildir. Bizi sarmalayan hayatta, çevremizdeki tüm canlı varlıklarda, mevsimlerin etaplarında yaşayarak ve hissederek gördüğümüz gibi ezeli olmayanın ebedi de olması olağan dışıdır. Çünkü her nefesin ilki olduğu gibi sonu da olacaktır. Fani olan süreklilik libası giyemez. Sonsuzluk iddiasında da bulunamaz.

    Simsiyah, sert, yalçın kayanın toprakla buluştuğu bir noktadan yeryüzüne adım atan, güneşle selamlaşarak buluşan su damlacıkları, karanlıktan aydınlığa ulaşmanın huzuruyla ilk minicik yerinde toplanmaya başlar. Akıp gideceği  “yol yatağını” buluncaya kadar enlemesine, derinlemesine yuva kurarak küçük gölet oluşturur. Gündüz ve gecenin ziyaret etmesi, üzerini kara bulutların kuşatması, güneş ışınlarının yakarak buharlaştırması, sert rüzgarların beklemediği zamanda esmesi, hazan mevsiminde dalından düşen yaprakların üzerini kapatırcasına kaplaması; uzun yolculuğundan hiç ama hiç vazgeçirmez. Umutlarını yıkıntıya uğratarak karamsarlığın karanlık dehlizlerine yol aldırmaz. Tam aksine, beyazlığını, berraklığını, arılığını, pak oluşunu, aydınlığa ve aydınlık içindeki yeni tanıştığı nefeslilere sunarak var olmanın gereğini yapmanın mutluluğunu yaşar. Köklere nimet, yanan yüreklere şifa, derinliğindekilere de nefes olmaktan keyif duyar.

    Bir gün, göletten taşmaya başlayarak denize ulaşma noktasına kadar sürecek bilmediği yolculuğun ilk adımlarını biraz ürkek, biraz heyecan, biraz da öz güvenle atar. Yumuşak, merhametli toprak onu öyle kabul eder ki yol kılavuzluğunu üstlenir. Bilmesi ve dikkat etmesi gerekeni, en ince püf noktasına kadar anlatarak rehberlik görevini yapmanın huzurunu yaşar türap. Yolunu açar akması için. Akışına, nefeslenmesine engel olacak tüm setleri tanıtarak bilgilendirir. Tembihlerde bulunur. Sabırlı ve sakin olmasını öğütler, tembihlediklerini kulağına küpe, koluna bilezik yapmasını ister. Dere; sevinç ve neşe yüklü şırıltılı sesiyle yoluna devam ederken, çakıl taşlarını zemininde misafir eder tüm kirlerini silerek, berraklaştırarak… Hünerini kullanarak temizleyici, kirlerden arındırıcı özelliğini gösteriri her karşılaştığı irili ufaklı taş parçacıklarına… Yatağının kenarındaki toprak içinden selam veren kökleri de görmemezlikten gelemez.  Kirlerden arındırıcı özelliğini onlara da sunmaktan tat alır. Özündeki şifa demeti zerrelerini de ikram eder bıkkınlık göstermeden… Hatta sevinir, mutlu olur, şükreder. Akıp giderken de zikrini hiç ihmal etmez.

    Bazen sessiz akar. Bazen de coşar. Tılsımlı şırıltı melodisiyle iç huzurunun yansımasını sunar. Gece vakti akan derenin nağmelerini dinlemek ayrı bir şifadır yaralı yüreklere… Mehtapla sessiz konuşan sevdalı gönüllere… Yıldızların içinden yıldızını arayan dertli nefeslilere… Ay’ın üzerine düşen ışıltılarını cananının gözlerine benzeten narlı ruhlara… 

    Bazen öyle bir noktaya gelir ki, toprak bitmiş, derinliğe gizlenmiş, görüntüsünü saklamış. Sert ruhlu, kaba yürekli, katı kalpli, asık suratlı kaya karşısına dikilmiş, kendinden sonraki uçurumu işaret etmiş. Denize ulaşma azmini kaybetmeyerek bırakır kayanın kenarından kendini şelale elbisesini giyerek… Öyle bir çağlar ki, karanlığın zifirisinde aydınlık sunar her gören göze… Beyaz zerreleriyle, nurlu, bembeyaz bir gelinlik içerisindeki halle süzülür akar gider yeni buluştuğu yatağında… Yeni ve taze toprağının verdiği o dinlendirici nefesi yansıtır işiten kulaklara, gören gözlere, hisseden yüreklere, isteyen ruhlara…

   Çoğalır kendisine katılan çay ve derelerle. Nüfusu artar. Koca bir nehir ailesi olur zamanla. Yol boyunca, kenarındaki çeşitli yeşil mintanlı ağaçların rengiyle kendisini renklendirir. Rengini bulur sanki. Katmerleştikçe renkten renge geçer utangaç siması gibi. Beyazdan yeşile, yeşilden maviye, maviden mavinin katmanlarına yol bulur güneşin kuşatmasında… Hep güzelliktir yaşadıkları. En çok sevdiği hali ise, şelale olup, beyazın en güzel tonunu köpükleriyle sergilemesi… Beyaz merhametti, nurdu, güzellikti, iyilikti, sevgiydi… Aydınlıktı, kucaklamaktı, sevmekti, yürekteki yaranın arı haliydi… Çayın demindeki demdi. Selamdı, selametti, ferahlıktı, içsel hazzın elzemiydi. Has renginin özüydü. Varoluşunda istenilen hedefiydi bembeyaz denize ulaşmak. Afakta buluşmaktı hasretliğini çektiğiyle…

    Nefeslenip akıp giderken, bazı noktalardan kendi içine atılan, renginin değişmesine sebep olan, rahatsızlık veren, zarara uğratan, kendisiyle beraber yaşayan canlıları yok eden, yeşil rengi veren nebatın köklerini kurutan zarar vericilerin yaptıklarıydı en sevmediği…  Ki bu olumsuzluğu sunanın, her anlamda hizmet ettiği, ihtiyaçlarını karşıladığı, iyilik yaptığı, kara gününde yanında olduğu, tan vaktine kadar sessizce derdini dinlediği, ruhunu dinlendirdiği, gönlünü ferahlattığı, karamsarlıktan umuda yol aldırdığı, nimetlerini kullanmasına izin verdiği, değer gösterdiği insanın olmasıdır kendisini üzerek huzursuz kılan… İmtihanım deyip sabrederek, o necisi iç aleminden atmaya, yok etmek için büyük bir gayretle çalışmaya başlar azmini artırarak. Halis niyetinin,  gayretinin, azminin, öz güveninin ve sistemli çalışmasının meyvesini alır belli bir noktadan sonra. Sabrının, şükrünün ve duasının sonucunu tadar derin nefesiyle..

   Yol vaktidir. Denize ulaşabilmek için kilometrelerce sürecek yolculuğuna devam eder her yaşadığına sabrederek. İmtihanlarını kazanabilme umuduyla, yapması gerekenleri en temiz, kirlenmemiş haliyle yaparak, gece ve gündüzle dostane nefeslenirler birlikte. İkramlarını sunarlar birbirlerine. Dertleriyle dertlenirler. Mutluluklarını birlikte yaşarlar. Her dem simalarına bakarlar birbirlerinin. Günler, aktıkça akar yol aldıkları sürece. Nisan yağmurunda el ele ıslanır, eylülün hüznünde gönülleriyle hüzünlenir, martın ayazında birbirlerini yürek sıcaklıklarıyla ısıtır, ağustos sıcağında kavrulmaktan sadırlarıyla korunur ve baharın muştusunu ruhlarıyla yaşarlar. Bu hep böyle olmuştur nehrin devranında…

   Acılar, kederler, sıkıntılar, zarar vericiler hep karşısına çıkar nehrin denize olan yolculuğunda… Hepsine, yaşadığı ve yaşayacağı olumlu olumsuz her birine sabrederek, haline şükrederek ve kendi lisanıyla yürek dualarını yaparak akmaya devam eder son menziline. Bilir ki sabır ferahlıktır, üzerine yağan nurdur. Şükür minnettarlıktır. Memnuniyettir. Şikayetten ırak kalmadır. Hikmetle buluşmaktır. Onun için dua sığınmadır. İstenilecek kapıya varmaktır. Arz etmektir. Nefeslenmesini, akmasını, berraklığını, temizliğini, paklığını, azmini, dayanma gücünü Veren’e şükrandır. “Dileyen” dilemeseydi bunların hiç birini yaşayamaz, tadamaz, hissedemezdi. Halin içindeki halleri de yaşayamazdı. Sorumluğun ne olduğunu bilemezdi. Görev bilincini idrak edemezdi. İçsel temizliğini yapamazdı.

    Huzur veren müjdeli duygularla, diriltici düşüncelerle, bembeyaz yürekle, arı bir kalple buluşamazdı yaşananları yaşamamış olsaydı… Yanıp buharlaştığında da, donup buz kesip nefessiz kaldığında da, sularının azalıp kuruyup yok olmamak için direndiğinde de, mateminde, üzüntüsünde de hep sabreden oldu. Sularının coşup yatağını aşacak derecede çoğaldığında, bayram sevimcinde de hep şükreden, dua eden oldu. Ömür yolunun tüm etaplarını selamlayıp, duraklarının görünen görünmeyen, iç ve dış fotoğraflarını nazar edip, alması gereken dersleri alarak yoluna devam eder yıllarca… Denizle vuslat halini hayal ederek öyle bir coşar ki, o coşkuyu her nefesinde yaşamak umut ve ümidiyle son nefesine kadar akıp gider görev bilinciyle…  Yaratılan her v arlık gibi… İns gibi… Bizim gibi… Biz gibi…

   İlk nefes, nasıl tüm kir ve lekelerden pak ise son nefesin de temiz olması önemlidir. Her nefesin arı olması ise elzemdir. Dış nehrimizin akışına gösterdiğimiz özen ve itinayı, iç nehrimizin akışında da göstermeliyiz. Dış pisliklerden kendimizi koruduğumuz gibi, bizi “biz” olmaktan çıkaran, uzaklaştıran, “aşağıların aşağısına” iten, özü yok eden, vahşileştiren, egoist ve ben merkezli yapan tüm içsel pisliklerden de kaçınmalıyız, tümünü terk etmeliyiz. Dış nehrimiz, iç nehrimizin aynadaki yansıması, görünen fotoğrafıdır. Her iki nehrimizin akışına, aldığımız nefesimiz kadar dikkat etmeliyiz ki yolculuğumuz, “gerçek yolculuk” olsun.

    Bir nehrin diliyle hemhal olabilmek… Olabildik mi? Akıp giden nehrin bize söylemek istediklerini düşünebilmek… Hiç düşünebildik mi? Sevinçlerini hissedebilmek… Duyabildik mi? Kederli anlarını kavrayabilmek… Kavrayabildik mi? Nehri anlayabilmek… Hiç anlayabildik mi?

    Dost olduğumuz bir nehrimiz var mı?

Copyright © 2019 Eskişehir Objektif, powered by WordPress. made by BMCW