Kalemden Damlalar
Ruhun buzlu penceresi
Ruh; maddi olmayan, duyu organları ile algılanamayan, şekli, biçimi bilinmeyen ve bildirilmeyen önemli bir varlıktır. İnsanda var olan uzuvların, aktif hale gelmesini sağlayan, çalışma sistemlerine işlerlik kazandırandır.
Ruh ve beden ikilisinden oluşan insanın sağlıklı olması, bu iki temelin arızasız, hastalıksız olmasına bağlıdır.
İnsanın asli görevlerinden biri de, kendisine emanet edilen iki nimetin, mükemmellik basamaklarında kolayca tırmanabilmesi için gerekli olanları, ihtiyaç duyulanları temin etmektir. Yerinde, zamanında kullanımını sağlamaktır.
Beden; ruhun dünya yaşamında giydiği elbisedir. Duyu organları ise dünyaya açılan birer pencereleridir. Ruh, dünyayı bu pencerelerden izler.
Bugün, ruhun, dünyayı seyretmesini sağlayan pencereler sislidir, buzlanmıştır. Önünü net olarak göremediğinden, sileceklerin kullanımında gerekli bilgileri elde edemediğinden, ilerlemek için attığı her adım bilinçli değildir. Nereye, niçin ve neden adım atıldığını kavrayamadığından, eylemlerde gerçeklik de yoktur.
Mükemmel sağlığa ulaşılabilmesi için beden libasında açılan pencerelerin buzlarının çözülmesi şarttır. Çözülmenin gerçekleşmesi, çözecek ısının, ışığın varlığını hissetmekle mümkündür.
Hissetmek; istenilenin ve isteyenin, ana kaynaklarına dönüp, alınması elzem olan gıdalara kavuşmaktır. Aydınlıkta, güneşin yedi renginde saklı olan, kendi ruhumuzun domino taşlarına ulaşabilmektir. Karanlıkta, ay ışığı altında yüreğinin atışlarını dinleyerek, ay ile ruhun dinamiklerini konuşturmaktır.
İnsanların ruh alemini çözmenin en öz yolu, yaptığı eylemin, öncesini ve sonrasını düşünerek karşılaştırma yapmaktır. Analiz sonunda, üç eylemde önemli farklılıklar görünürse, tutarlılık yok ise, eylem çizgilerinin paralel olmadığı ya da doğru çizgide ilerlemediği ortaya çıkar. Bu da, özle sözün, sözle eylemin, eylemle niyetin birbirine ters orantılı olduğunu gösterir. İkilem arasında at oynatıyor demektir.
Ruh aleminin çatısı nı oluşturan çizgiler karmaşık ise, ikilemde kaldığının farkında olamayacağından, gülümsemeler hakikat kandillerini yakmayacaktır. Hiçbir zaman kim olduğunu tanıyamayacak, bilemeyecektir. Güvenirliliği yitirdiğinden, kendi ayakları üzerinde durmayı başaramayacaktır. Kazanayım derken sürekli kaybedecektir. Kaş yapayım derken göz çıkartacaktır.
Ruhlu olup da nice ruhsuzlar vardır ki, ruhsuz olduğunun farkında bile değildir. Yaşamda, duyarsız ruhların maskesi, sisli bulutun kara dumanda varlığını ispatlaması gibidir. Dalgasız deniz ölü, dalgasız zihin ve kendisini bulamayan ruh bitkisel hayattadır. Çünkü, özünü kaybeden ürün vermez.
Nice ruhlar vardır ki, ruhlar aleminin star yıldızlarıdır. Işınlarını kuvvetli yansıtıp, kullanma tekniğini bildiğinden, sahibinin, beden aynasının odak noktası olan çehresinde, çehrenin meyveleri olan tutumlarında, davranmışların çekirdeği olan niyetlerinde bıraktığı izleri görür. İzlerin görülmesi, huzur kaynağına ulaştırır. Güven çiğdemleri yeşerir. Kardelenler varlığı nı hissettirir. Kardelenlerin etrafını saran aklık, gönül toprağında taht kurar. Dostluklar, beyaz bir elbise gibi, lekesiz, pak, arı, saf ve temizdir. Böylece beyaz yürekler, beyaz davranışları beyaz yüreklere ikram ederler.
Ruhlarımız, silkinerek üzerindeki zararlı külleri savurmalıdır. Sarsıntıları yaşayarak, közün alevlenmesini sağlamalıdır. Öyle bir deprem yaşamalı ki, kalp aynasına muştu ışınlarını toplayabilmelidir. Elmas olan kendisini kömüre çeviren elbiseyi terk ederek, elması elmaslaştıranı giymelidir. Ruhlarımızdaki olumlu her deprem, arzın depreminden daha tesirlidir. Arzınki canlıyı yok eder, ruhunki ise ölmek üzere olana hayat kazandırır.
Ruh penceresinden dünyaya bakabilmek, notalarını dinlemek, sihirli, gizemli kelimeleri kullanabilmek, adımları doğru, bilinçli atabilmek için, bereketli, olumlu ruh depremlerinin yaşanması gerekir.
Ruh depremini muştular doğrultusunda gerçekleştiremeyenler, Hakk çorbasından içmedikçe, şifa goncalarına ulaşamazlar.
Ruhumuzun hangi depremleri yaşadığını hiç düşünebildik mi?