Adalet Terazisi

Özgürlük Kaynaklarımız; Hukuk ve Sanat

tarihinde

yayınlandı

Dünya Edebiyatına baktığımızda çok sayıda eserin hukukla bağlantısı olduğunu görürüz. Hukukun, sosyal hayatı düzenleyen maddi yaptırımlarla desteklenmiş kurallar bütünü olma gerçeği edebiyatı da içerisine almış ve birden fazla edebi nitelikteki eser hukukla bütünleşmiştir. Dünya ve Türk Edebiyatına baktığımızda eserler suç ve ceza dengesi içerisine oturtulmuş gibi gözükebilir. Ama sadece bu kavramların işlenmediği, aksine insan ruhunun ve sosyal dengenin ve kuralların işlendiği de aşikardır. Dünya ve Türk Edebiyatında klasik eserler denilince Sefiller, Suç ve Ceza, Karamazov Kardeşler, Dava, Fareler ve İnsanlar, Venedik Taciri, Reis Bey gibi eserler aklımıza gelir. Bu eserleri özellikle anmamın bir anlamı olmalı. Bu edebi eserler insan ruhunun karanlıklarına ayna tutmuş eserlerdir. İnsanın olduğu yerde günahın hukukun diliyle suçun kaçınılmaz olduğu bir gerçektir. İlahi kitaplarda dahi insanı zayıf ve günaha meyilli yaratıldığı anlatılır. Örneğin semavi dinlerde yer alan on büyük günah veya on büyük emir içinde hem edebiyatını hem hukuku ilgilendiren konular vardır.

Hak ve Adalet kavramı, sosyal hayatımızda dengeleri koruyan aynı zamanda bir yaptırım gücüyle desteklenmiş kuralların anlatımıdır. Bu kavramlar için hukukçular, ellerindeki en önemli olguyu kullanırlar, onlar da yasalardır. İyi bir adalet olgusu ancak ve ancak yasaların sağlam hukukçular elinde iyi bir uygulanmaya tabi tutulmasından geçer. Bir anlatım biçimi olarak değerlendirdiğimiz sanat ise estetik bir doyum sağlamak amacıyla yazılmış, oynanmış veya oynanacak ya da resmedilmiş düşünce ve duyguların toplamıdır. Sanatçı, kurduğu dünyasıyla birlikte anlatış şeklini kendisi belirler. Burada en önemli faktör iyi bir dil ve üsluptur. Hukukçu için de aynı şeyi söylemek mümkündür. Bu anlamda sanatçı ve hukukçu diyalektik bir akla ve güzel bir üsluba sahip oldukları noktada eşittirler ve büyüktürler.

Sanat insanların duygu, düşünce ve ruhuna, hukuk ise insanların aklına ve vicdanına hitap eder. Bu bağlamda sanat ve hukuk aynı noktada buluşur. Hukuk insan ve toplum düzeni için koyduğu kanun ve kurallarla somuttan hareket ederek soyuta/vicdana, edebiyat ise toplum ve insandan hareketle somut/vakadan soyut/ruha seslenir.

Bu yazımda hukukun çok farklı bir yüzünü ortaya koymak adına böyle bir konu işleyeyim istedim. Hukuk hayatın içinde bir bilim dalı olduğu için aslında farklı dallarla iletişim halindedir. Hukukun sanatla bağlantısı yadsınamayacak kadar büyük ve önemlidir.

İnsan, hayal kurmayı seven, kurduğu hayali ise hayata geçirmek için bir ömür savaş veren bir varlıktır. Hepimiz illa ki bir hedef belirlemiş ve sonuçları itibari ile de dallara ayrılmışızdır.  Bir kısmımız arzu ettiklerine ulaşmış, bir kısmımız yaklaşmış ve bununla yetinmiş, bir kısmımız ise pes etmiştir. İşte Mantığın ve kalbin arasında geçen bu döngü, günümüzde birbirine yapışmış olan kavramları ile yani hukuk-sanat ile karşımıza çıkıyor.  Nasıl mı? Hak ettiğini düşündüğüne ulaşmak isteği ve bunun gerçekleşme ihtimaline olan inanç, hem toplumsal anlamda hem de içsel dünyamızda var ettiğimiz hukuka olan güvenle oluşumunu tamamlarken, işin sonunda avucumuza baktığımızda gördüğümüz sevinç, üzüntü, hayal kırıklığı gibi duygular ise kalbin devreye girdiği bölüm ile bütünü tamamlamaktadır. İstesek de istemesek de ruhun derinliklerinde var olan sanatın gerektirdikleri arasında yerimizi çoktan almış ve hayatın içerisindeki rolümüzü çoktan oynamış oluyoruz.  Yani; biz farkında olmadan bir bakıyoruz ki, doğum ile ölüm arasındaki çizgimiz, hukuk ve sanat ile yoğrulmuşluklarımızla şekillenmiş bile.

Hukuk denilince akla ilk gelen toplumsal düzeni sağlayan kurallar bütünlerinin dışında; unutmamamız gereken husus, içimizdeki adaleti sağlayıp sağlayamadığımızdır. İçimizde sanatın naif, ince anlayışı ile büyütülmüş bir hukuk anlayışı, önce bireyi daha sonra toplumu ve sonunda da dünyayı daha yaşanabilir hale getirmenin anahtarıdır.

Dünyada kendini gelişmiş ülkeler olarak tanımlayan toplumlarda Sanat ve Sanatçı gerek fikir hürriyetleri açısından gerekse maliye hukuku ve özlük hakları açısından kanunların koruması altındadır. Mesela A.B.D.’de hiçbir sanatçı sendikaya üye olmadan ve ücreti ödenmeden sahneye çıkamaz. Avrupa’nın birçok devleti hem devlete ait sanat kurumlarına hem de özel tiyatro ve sanatsal girişimleri destekleyen fonlara sahiptir.

Ülkemizde de devlete ait sanat kurumları olsa da yakın zamana kadar özel tiyatrolar desteklenmiş olsa da. Maalesef ki sanatçıların fikir sosyal ve özlük haklarını tam anlamıyla koruyan. Kapsamlı bir şekilde tanımlayan ve düzenleyen bir kanuna sahip değildir. Bu hatırlatmanın gelecek adına değerli olduğunu düşünüyorum.

Kısacası bilinen insanlık tarihinin başından beri hukuk birbirinin alanına girmeden birbirine hizmet eden olgular olmuşlardır. Gelecekte bu işbirliğinin artmasını dilerim. Adliyelere değil. Tiyatrolara yolunuzun düşmesi ümit etmekten başka bir şey düşünmek istemiyorum.

Hayatımızdan sanatın hiç eksilmemesi temennisini her zaman olduğu gibi yineliyorum.

Son olarak; 1930’da Darülbedayi sanatçılarının Ankara’da verdikleri temsilden sonra Ulu önder M.K. ATATÜRK’ün sanatçılar için söylemiş olduğu sözleri hatırlatarak yazıma son vermek istiyorum. Bu sözleri bütün sanatçılar için bir güç olmuştur;

“Efendiler… Hepiniz mebus olabilirsiniz, vekil olabilirsiniz. Hatta reisicumhur olabilirsiniz. Fakat sanatkar olamazsınız. Hayatlarını büyük bir sanata vakfeden bu çocukları sevelim.”

Saygılarımla…

Copyright © 2019 Eskişehir Objektif, powered by WordPress. made by BMCW